Atın Evrimi ve Günümüz Atları
Günümüzde atın evrimsel gelişimi fosil buluntuları sayesinde çok iyi bir biçimde izlenebilmektedir. Atgiller (Equidaee), Gergedan, Tapir ve günümüzde bazı soyu tükenmiş türlerle birlikte Tektoynaklılar (Perissodactyla) takımını oluşturmaktadır.
Bu takımın özelliği eşek, zebra ve at gibi hayvanlarda görülen astragalus (topuk) kemiğinin üstündeki eyer biçimli çıkıntıdır. Bu çıkıntı, altındaki kemiğin öne ve arkaya rahat hareket etmesini sağlar. Tektoynaklılar takımı Eosen döneminde, 55 – 40 Milyon yıl kadar önce, çeşitli toynaklı soyların içinden çıktığı bir grup memelinin ortak atasından ayrışmıştır.
Resim 3: Hyracotherium (Eohippus)
Modern Atlar (Equus caballus), ayaktaki üçüncü dijitin büyümesi, ikinci ve dördüncünün küçük kalıntılara dönüşmesi ile kendilerini gösterirler. Burada yalnızca üçüncü dijitin ucu yere değer. Atın dişleri otlamaya yönelik adaptasyon geçirmiştir ve içerdiği silika ile hızlı aşınım gösterir (Emiroğlu, 2003).
Modern Atlara gelinceye kadar at ırkının geçirdiği aşamaları şöyle özetlemek mümkündür:
a. Eosen ve Oligosen (Erken Atlar) Dönemi (60 Milyon yıl önce):
1. Hyracotherium,
2. Orohippus,
3. Mesohippus,
4. Miohippus
b. Miocene ve Pliocene (Tam Atlar) Dönemi (30 Milyon yıl önce):
1. Kalobatippus,
2. Parahippus,
3. Merychippus,
4. Hipparion,
5. Pliohippus,
6. Dinohippus,
7. Plesippus
Resim 4: Atın evrim aşamaları
1867'de ABD Wyoming'de daha eski dönemlerden kalan daha eksiksiz fosillerin bulunmasıyla Equidae'nin atalarıyla karşı karşıya olunduğu anlaşıldı. 1931'de yine Wyoming'de eksiksiz iskeleti bulunan bu hayvana Eohippus adı verilmişti (Bowling, 2000).
Hyracotherium'dan (Resim 2)yaklaşık 2 milyon yıl sonra ortaya çıkan Orohippus Eosen döneminde, 52-45 milyon yıl önce yaşamıştır ve iki cins birlikte var olmuştur, fakat Orohippus sayı olarak fazla olmadığı gibi coğrafi dağılımı da sınırlıdır; fosilleri Wyoming ve Oregon'da bulunmuştur.
Hyracotherium'un torunları dağıldığı kıtalarda farklı evrim göstermişlerdir. Avrasya'da görece kısa ömürlü türler (Palaeother) gelişmiş, Kuzey Amerika'da ortaya çıkan türler Avrasya ve Güney Amerika'ya yayılmıştır. Hyracotherium 'dan Mesohippus'a (Resim 3) doğru yaşanan evrimde gövde büyümüş, bacaklar uzamıştır.
Resim 5: Mesohippus (Oligosen dönemi, 32-25 milyon yıl önce)
Kaagan’a göre ise geç Pleistocene ve erken Holocene dönemlerinde (25 – 20 milyon yıl önce) atların formları ortaya çıkmaya başlamıştır. Bu dönemdeki türe The Caballines (Equus ferns) adı verilmektedir (Kaagan, 2000).
Oligosen'le Miyosen (25–8 milyon yıl önce) dönemlerinde iki ana tür ortaya çıkmıştır. Bazıları Bering Boğazı yoluyla Kuzey Asya'ya geçen Anchitere'ler Oligosen dönemdeki atalarına benzerler, fakat daha cüsselidirler. Öteki soy olan Parahippus daha uzun yüze sahiptir. Ormanda yaşayan atlarla modern çayır atları arasındaki evrim halkasını temsil eden Parahippus yaprakları terk ederek otlamaya başlamıştır. Bu dönemde Kuzey Amerika'nın iklimi gittikçe kurumakta ve otlaklar seyrekleşmektedir. Bu nedenle hızlı koşucu olmanın avantajları artmıştır ve otlamanın diş yapısındaki etkisi kendisini gösterir (Bowling, 2000).
Merychippus'un soyu Miyosen dönemde, birkaç milyon yıl atlarla birlikte var olmak üzere, çeşitli türlere evrilmiştir. Modern atın "dede" si Pliohippus 12-6 milyon yıl önce yaşamıştır; Güney Amerika kıtasında bir zaman yaşamış olan Hippidion ve Onohippidion cinslerinin ve Kuzey Amerika'da Equus'un evrimleştiği Dinohippus'un atası olarak kabul edilmektedir.
Equus çeşitli at ailelerinden yaşayan tek türdür; 5 milyon yıl öncesinden bugüne kadar yaşamını sürdürmüştür. Yaşayan diğer türler eşek ve zebradır. Equus fosilleri Avustralya ve Antarktika dışında bütün kıtalarda bulunmuştur. Fakat Equus'un soyu, ortaya çıktığı Kuzey Amerika'da yaklaşık 10.000 yıl önce tükenmiştir.
Amerikalı paleontolog G. G. Simpson atın evrim tarihini, Hyracotherium'dan Equus'a kadar geçen 60 milyon yıllık süre içinde, her biri ortalama 7,5 milyon yıl süren sekiz cins, her biri ortalama 2 milyon yıl süren otuz tür ve cinsel olgunluk için ortalama dört yaş alındığında 15 milyon kuşak olarak özetlemektedir (Gianoli, 1969).
Resim 6: Atın iskelet ve biçim evrimi
- 55 milyon yıl önce Hyracotherium (Eohippus)
- 50 milyon yıl önce Oligohippus
- 17 milyon yıl önce Merychippus
- 10 milyon yıl önce Pliohippus
- 4 milyon yıl önce Equus (modern at) [1]
Bugünkü atların ataları son buzul çağında Kuzey Amerika'dan Asya'ya gelmiş, buzul hattını izleyerek Avrasya'ya yayılmış ve çağlar boyunca çevre koşullarına uyarlanmıştır. Fosillerden, Amerika'dan gelip gelmediği bilinemeyen temel iki grup içinde dört tip saptanmaktadır. Bu iki grup, nemli, soğuk iklimde yaşayan, bataklık ve ormanlık alanlarda yırtıcılardan saklanmaya çalışan küçük atlar (pony'ler) ile daha sıcak ve kuru iklimde yaşayan ve düşmanından kaçmaya çalışan, bilinen anlamıyla kullandığımız sözcükle “at” lardır (Kuzmina, 1997).
Birinci tip: Nemli, ormanlık bölgelerde, yani kuzeybatı Avrupa'da yaşayan, örneğini Exmoor Pony'sinin oluşturduğu pony'dir. Cidagosu 125cm. civarında, rengi doru ya da yağızdır. Kulakları küçük, burun delikleri geniş, yele ve kuyruğu bol kıllıdır.
İkinci tip: Daha iri, çekim atının minyatürü gibi görünen, taygalarda, yani kuzey Avrasya'da yaşayan, en belirgin örneğini Highland Pony'sinin oluşturduğu ve çok daha yaygın olan pony'dir. Cidago yüksekliği ortalama 145cm.’dir. Kuyruğu ve yelesi bol kıllı ve yelesi diktir; ayaklarında kıl az ya da hiç yoktur.
Üçüncü tip: İklimin kuru fakat bozkırların geniş ve mevsiminde çayırların bol olduğu Orta Asya'da yaşayan Ahalteke atıdır. Cidago’su ortalama 150cm.’dir. Yelesi de kuyruğu da kısa ve az kıllıdır. Başı uzun ve dar, kulakları, boynu uzundur. Dört tipin en iri yapılı olanıdır ve Yemen'e, Kuzey Afrika’ya ve oradan İspanya'ya kadar yayılan at ırklarını atası olduğu düşünülmektedir.
Dördüncü tip: Batı Asya'da yaşayan, Hazar (Caspian) tipi olarak tanınan attır. Üçüncü tipin özelliklerini taşır, daha küçüktür, cidago yüksekliği ortalama 120cm.’edir. Kemik yapısı ince, kulakları küçük, başı kısa, yelesi ve kuyruğu bol ve ince kıllıdır. Tarih öncesinden beri Mısır'a kadar gittiği veya belki de götürülmüş olduğu sanılmaktadır.
Exmoor Pony
Highland Pony
Ahalteke Atı
Caspian (Hazar) Atı
Tarih öncesi hangi atın, hangi modern ırkın, hatta hangi kadim ırkların atası olduğu günümüzde büyük tartışma konusudur. Orta Asya atlarıyla Arap atları karşılaştırıldığında, ilkinin toynaklarının, çöl iklimine uygun Arap atının toynaklarına göre daha küçük olduğu veya yine ilkinin uzun mesafe koşmaya, Arap atının ise daha kısa mesafede hız yapmaya uygun olduğu, yani çevreye uyarlandığı anlaşılmaktadır.
Herodot (M.Ö. 5. yy) Dinyeper'in vahşi atlarından söz eder. Aristoteles (M.Ö. 4. yy) İskender'in Hint seferinde evcilleştirilen vahşi atları anlatır. Strabon (M.Ö. 1. yy – M.S. 1. yy) İspanya'da vahşi atlar görmüştür. Plinius (M.S. 1–2. yy) Germanya'da vahşi atlara rastladığını belirtir.
Aziz Bonifacius M.S. 732 yılında ekili ürünlere zarar veren vahşi atların yok edilmeleri çağrısında bulunur. Rusya'da 1240, Prusya'da 1518'de vahşi atlardan söz edilir. Fransa-Almanya sınırında, Alsace ve Vosges bölgelerinde vahşi at sürüleri bulunduğuna 1576'da gezgin Daniel Spekle de tanıklık eder (Braudel, 1972).
Avrupa’nın son vahşi atları (Equus caballus)Ukrayna'da 19. yüzyıl ortalarında yok edilmişlerdir. Polonya ve Güney Rusya'da ise vahşi atların yaşamları 20. yüzyıla kadar sürmüştür. Ancak, çeşitli nedenlerle insanlardan kaçıp doğada hür yaşayan ve yabanileşen eski ehil atlarla yabani atları karıştırmamak gerekir. Kaynaklarda yabani olarak sözü edilen atların gerçekten biyolojik cins olarak vahşi olup olmadıklarını bugün anlamanın olanağı yoktur. Bu konudaki gen araştırmaları halen sürdürülmektedir.
Günümüzde en çok yabani at ABD'de bulunmaktadır. Amerika kıtasına atlar Avrupa’dan getirilerek sokulmuş olmalarına karşın, yüzyıllar içinde birçok at insanların elinden kaçarak kendi başlarına doğada yaşamaya başlamış, Kızılderililer de bindikleri atları terbiye etmedikleri gibi yarı serbest sürüler halinde tutmuşlar ve İspanyol, İngiliz veya Amerikalılardan elde ettikleri atlarla bu yabani at sürülerinin kalabalıklaşmasına katkıda bulunmuşlardır. Ancak 19. yüzyılda ABD'de sayıları 2 milyon olarak tahmin edilen bu yabani hayvanlar çiftçilerin hücumuna uğramış, hayvan yemi yapılmak için avlanmış ve sayıları 1970'lerde on binlerle ifade edilir duruma gelmiştir.
Yabani atların son görüldükleri yer Moğolistan'dı. Moğolların verdiği adla Taki (Przewalskiy) atı, bilimsel adıyla Equus caballus przewalskii'nin doğadaki son gözlem kaydı Polonya ve Güney Rusya'da 1960'lı yıllarda yapılmıştır. Son kez 1969'da Gun Tamgo'da görülmüştür. Çarlık Rusyası Genelkurmay Haber Alma Dairesi'nde görevli olan Albay Nikolay Mihayloviç Przewalskiy (1839 - 1888) İç Asya, Tibet, Sibirya gezileriyle tanınmış, yolculuk notları, bitki ve hayvan koleksiyonlarıyla bölgeye ait bilgilere önemli katkılarda bulunmuştur. 1881 yılında rapor ettiği Batı Moğolistan'ın yabani atlarına onun adı verilmiştir. Birçoğu koruma altında yetiştirilen Przewalskiy atlarının sayısı bugün dünyanın çeşitli yerlerindeki hayvanat bahçeleri ve parklarda toplam 1500 kadardır.
1960'lardan itibaren sürdürülen araştırmalara rağmen bu atlar bir daha görülememiş, doğada yaşayan Przewalskiy atlarından umut kesilmiştir. Evcilleştirilmiş yarı yabani atlarla çiftleşerek ayırt edici özelliklerini yitirmiş oldukları sanılmaktadır.
İlk evcilleştirilen hayvan, günümüzden 11.000 yıl önce evcilleştirilen köpekti. Onu 9000 yıl önce evcilleştirilen keçi ve koyun izlemiştir. Daha sonra domuz, rengeyiği ve kümes hayvanları evcilleştirildi. Atın evcilleştirilmesi bu hayvanlardan sonra gelir.
Hayvanların üretilmesi ve kullanım biçimini belirleyen, coğrafi koşullardır. İklim ve topografya koşullarına göre üretici, yerleşik yaşama geçmeyi, tarımı ve hayvanlarını ağıllarda yetiştirmeyi veya bunların alternatifi göçebeliği seçecektir. Tarımla uğraşan bir aile kendisinin ve hayvanlarının kışlık yiyeceğini sonbahara kadar hazırlamalıdır ve kışın saman bitip bahar otları çıkmakta geciktiğinde çok zor durumda kalacaktır. Bu durumda göçebe insan, hayvanlarını sürüler halinde, yerleşik ağıllarda yetiştirecektir. İnsan ve hayvan hastalıkları karşısında da yerleşik insan, göçebeden çok daha zor koşullarla karşı karşıyadır.
Rus bilim adamı Popatov'un araştırmalarına göre 51° kuzey enleminin yukarısında öküz yetiştirmek mümkün değildir. Atlar içinse sınır 60°'ye kadar çıkabilmektedir; at da belirli enlemden daha güneye inemez. Yani göçebenin yetiştirebileceği her hayvan için belirli kuzey-güney sınırları vardır (Jankovich, 1971).
Kuramsal olarak otlayan hayvanların değişik coğrafi bölgelerde yetiştirilmesinin sınırı yoksa da, bu “yapay” üretimin ekonomik sınırları vardır. Zamanla teknolojik olarak coğrafi sınırları zorlama olanakları artmıştır fakat bunun ekonomik anlamlılığı her zaman en geçerli sorundur. Beslenmesi gereken insan nüfusu ve insanı besleyebilmek için gereksinilen hayvanların beslenmesine ayrılabilecek kaynaklar arasındaki denge, toprakların nasıl kullanıldığı ve kullanılabileceği ile ilgilidir. Buna göre domuz, koyun veya sığır tercihi yapılacaktır. Örneğin, Braudel 16. yüzyıl Akdeniz'ini anlattığı anıtsal eserinde, süvari savaşlarının o kadar önemsendiği dönemde Avrupa'da yeterince at yetiştirilemeyip Ortadoğu ülkelerinden alınmak zorunda kalınmasını, nüfus-toprak dengesi ile açıklamaktadır. Braudel’e göre Avrupa'da istenen nitelikte at yetiştirmeye ayrılabilecek alanlar sınırlıdır (Braudel, 1972).
Yabani at sürülerinde sürü başı aygırın rolü sürüyü bir arada tutmak ve en iyi otlak ve suyu bulmakla sınırlı değildir. Önder aygır, sürü kısraklarını da haremine alır ve aygırlar arasındaki önderlik mücadelesi en başarılının soyunu sürdürmesi anlamına da gelir. Ürken bir atın sürü önderi aygırın yanına koşarken, diğerlerinin sakince otlamaya devam ettikleri fakat önderin ürkmesi durumunda bütün sürünün onun peşinden koştuğu gözlenmiştir. Dolayısıyla böyle bir sürüyü gütmek yerine ona yol göstermek için bu niteliklerde bir hayvana binmek yeterlidir. Evcil at sürüleri ise (aynı sığır cinsinden ineklerin beslenmesi gibi) kısraklardan oluşur ve aygırın yokluğunda sürü başçılığı yapan kurnaz ve huysuz tecrübeli bir kısrak çıkar. Evcil sürülerle, biyolojik olarak yabani at kalmadığı için, yabani değil “doğada yaşayan” denen atlar arasındaki ilişkiye bakıldığında, evcil kısrakların yılkı olarak dolaştığı veya insanlardan kaçarak doğal yaşamlarını sürdüren sürülere katılabildiği, evcil aygırların ise sürü önderi aygır tarafından paralandığı görülüyor. Evcil bir aygırın doğal yaşam sürdüren kısraklardan oluşmuş bir sürüye de katılma şansı yoktur, çünkü sürü evcil aygırın önderliğini kabul etmez ve ona karşı aynı saldırganlığı gösterir (Emiroğlu, 2003).
Atlar ortalama 25 – 30 yıl yaşarlar. Ancak nadiren 40 yıl ve daha uzun yaşayanlar da vardır. 19. yüzyıl kayıtlarında Old Billy adlı bir atın 62 yıl yaşadığı bilinmektedir. Son yıllarda ise Guinness Rekorlar Kitabı’nda İngiltere West Sussex’de 56 yıl yaşayan ve 2007 yılında ölen Shetland-Exmoor melezi Sugar Puff adlı bir pony at kayıtlıdır [2].
Shugar Puff, sahibi Sally Botting ile
KAYNAKLAR
EMİROĞLU, Kudret; YÜKSEL, Ahmet. Yoldaşımız At, Yapı Kredi Kültür Sanat Yayınları, İstanbul, 2003
JANKOVICH, Miklos. They Rode into Europe, The Fruitful Exchange in the Arts of Horsemanship Between East and West, Çev: Anthony Dent, George Harap Co. Ltd. London, 1971.
BRAUDEL, Fernand. The Mediterranean and The Mediterranean World in The Age of Philip II. Çev. Sian Reynolds, Newyork: Harper & row Publishers, 1972.
KUZMİNA, İrina Yevgeniyevna. Loşadi Severnoy Evrazii Ot İliosena Do Savremennosti, Zoologiçeskogo İnstituta RAN, Sankt Petersburg, 1997.
GIANOLI, Luigi. Horses And Horsmanship Trough The Age, Çev: Iris Brooks, Crown Publishers, New York, 1969.
BOWLİNG, Ann, Anatoly Ruvinsky. The Genetics of The Horse, CABI Publishing, London, 2000.
KAAGAN, Laura Mollie. The Horse In Late Pleistocene And Holocene Britain, Department of Biology, University College London, London, 2000.
[2] http://www.horseandhound.co.uk